Günümüzde kurumlar, sürdürülebilir bir dünya için kurumsal
iletişim ve sosyal sorumluluk projelerine giderek daha fazla önem veriyor.
Ancak bu projelerin gerçekten etkili olabilmesi için "insana
dokunması" gerekiyor. Dönüşümün bireyleri ve toplumu içine alması,
projelerin daha kolay benimsenmesini ve yaygınlaşmasını sağlıyor. Kurumsal
anlamda fark yaratmak, ancak çalışanların verilen mesajları ve projeleri
içselleştirmesiyle mümkün olabilir.
Sürdürülebilirlik, markaların algı yönetimi ve pazarlama alanlarında da önemli
bir unsur haline geldi. Tüketiciler, bu dönüşümü gerçekten benimsemiş markalar
ile "greenwashing" yapan markaları kolayca ayırt edebiliyor.
Sürdürülebilirliğin bir kurum kültürü olarak benimsenmesi için, kurumsal
düzeyde de içselleştirilmesi gerekiyor. Bu noktada, tüketiciye karşı samimi ve
şeffaf olmak büyük önem taşıyor.
Sürdürülebilir dönüşümü sağlamak için toplumdaki farkındalığı artırmak
gerekiyor. Bu dönüşüm, tüketicilerin talepleriyle şekilleniyor. Kurumların
ortak geleceğe daha fazla katkı sağlayabilmesi için öncelikle çalışanlarını bu
dönüşümün bir parçası yapması gerekiyor. Neyse ki Türkiye'de kurumsal sosyal
sorumluluk projeleriyle çalışanlarını bu dönüşüme ve fayda iklimine dahil eden
birçok marka bulunuyor. Bu projeler, çalışanların kuruma bağlılığını ve
motivasyonunu artırırken, markanın kurum kimliğini de güçlendiriyor. Sonuç
olarak, çalışanların ailelerine, topluma ve hepimize katkı sağlanıyor.
Dünyamızın geleceği; sürdürülebilirlik, dijitalleşme ve kapsayıcı büyümede
yatıyor. Yeşil ve dijital dönüşüm, olmazsa olmazımız. Bu dönüşümün, tüm toplumu
kucaklayarak, kadın erkek elbirliğiyle, kimseyi geride bırakmadan
Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları doğrultusunda gerçekleşmesi gerekiyor.
Japonya'nın "Toplum 5.0" vizyonu gibi, ekonomik ve toplumsal
entegrasyona odaklanan stratejiler önem kazanıyor. Bu kavram, birey ve toplumu
merkeze alarak insanların yaşam kalitesini artırmayı, çevresel
sürdürülebilirliği desteklemeyi ve toplumun genel refahını yükseltmeyi
amaçlıyor.
Günümüzde çalışanlar; kendine, ailesine ve çevresine vakit ayırmak istiyor.
Daha fazla sosyal sorumluluk bilinciyle hareket ediyor ve tüm bunları yaparken
kaliteli, nitelikli vakit geçirmek istiyor. Bunun için de esnek çalışma
saatlerine ihtiyaç duyuyor. Tüm bu dönüşüme adapte olabilen birey ve kurumlar,
bugünü geleceğe taşıyacak. Aslında bugünü yönetebilmemiz için geleceği
öngörmemiz gerekiyor. Çok hızlı bir değişim yaşanıyor. Charles Darwin'in dediği
gibi: "Ne en güçlü tür hayatta kalır, ne de en zeki olan. Değişime en çok
adapte olabilen ayakta kalır." Ve bu değişim sürecinde şiarımız önce insan
olmalı.
İklim kriziyle mücadele için düşük karbonlu ekonomiye geçmek zorundayız. Bu
dönüşüm sürecinde "Avrupa Yeşil Mutabakatı" önemli bir yol haritası
sunuyor. Mutabakat, 2050 yılına kadar Avrupa'yı iklim nötr hale getirmeyi
amaçlayan bir dizi dönüştürücü politikayı kapsıyor. Bu süreçte iş dünyasından
sivil topluma, akademisyenlerden yerel yönetimlere, hükümetlerden bireylere
kadar hepimize büyük görev düşüyor. Her geçen gün yapabileceklerimiz için zaman
daralıyor. Artık "yarın" diyecek vaktimiz yok. İklim krizinin
aciliyeti, bugünden harekete geçmemizi zorunlu kılıyor.
Amacımız; söylemin eyleme dönüşmesi, hepimizin hayatına ve ortak geleceğine
pozitif katkı sağlayabilmek olmalı. Sürdürülebilir bir geleceğe doğru hep
birlikte yol almak en kıymetlisi. Ortak çabamız, daha az karbon emisyonu ve
daha yaşanabilir bir dünya için olmalı. Bu noktada, "yeni ekonomi"
önem kazanıyor. Sürdürülebilir kalkınma ve toplumsal fayda artık iş yapış
modellerinin merkezinde yer alıyor. Markalar da bu bilinçle hareket ediyor.
Şirketlerin evrimi de bu noktaya doğru gidiyor. Günümüzde, sürdürülebilirlik
yaklaşımı ile şirketlerin ana stratejilerinin entegre edildiğini görüyoruz. Bu
noktada her paydaşın refahına odaklı, kapsayıcı büyümenin sağlanması önem arz
ediyor.
Unutmayalım ki bir insan, bir girişimci dünyayı değiştirebilir. Etki alanımız
sonsuz. Sadece çok istemek, amaç edinmek, odaklanmak ve başlamak gerekiyor. İyi
niyet ve emekle yapılan her iş, eğer fark yaratıyorsa mutlaka karşılığını
bulacaktır. Geldiğimiz noktada dünyamızın bize çok ihtiyacı var. Milyonlarca
yıldır o bizi besledi. Bu kez onun hayata tutunması için bizim harekete
geçmemiz şart. Nasıl ki iklim krizine neden olduysak, çözüm noktasında da yine
biz varız. Sorumluluk almak zorundayız. Dünyada kaynaklar azalıyor.
Sürdürülebilir kılmak ve hayatlarımızda fark yaratmak bizim elimizde. Çabamız,
yarınlarımızı inşa etmek için çıkılan bu yolda, sürdürülebilir bir gelecek
sağlamak için. Bir kişiden başlayarak yaptıklarımız, kelebek etkisiyle
milyonlara ulaşabiliyor. Kendi gücümüzü bilmek ve yarattığımız faydayı ortak
geleceğimiz için kullanabilmek; ihtiyacımız olan bu.